Basın Açıklamaları
Ayasofya Asli Hüviyetine Kavuşmalıdır
Atamız Fatih Sultan Mehmet Han’ın orijinal imzası ve vasiyetiyle 500 senedir fethin sembolü olan Ayasofya Camii’nin 1934’te müzeye çevrilmesi, Batı hayranı seküler anlayışın ezan ve Kur’an‘ı, İslamî kılık-kıyafetleri yasaklaması, bin yıllık alfabeyi değiştirerek kadim medeniyet kodlarımızı dili “sadeleştirme” maskesi altında uydurma kelimelerle ifsadı gibi İslam’ın sosyal hayattan dışlanması projelerinden biri olarak hayata geçirildi.Atamız Fatih Sultan Mehmet Han’ın orijinal imzası ve vasiyetiyle 500 senedir fethin sembolü olan Ayasofya Camii’nin 1934’te müzeye çevrilmesi, Batı hayranı seküler anlayışın ezan ve Kur’an‘ı, İslamî kılık-kıyafetleri yasaklaması, bin yıllık alfabeyi değiştirerek kadim medeniyet kodlarımızı dili “sadeleştirme” maskesi altında uydurma kelimelerle ifsadı gibi İslam’ın sosyal hayattan dışlanması projelerinden biri olarak hayata geçirildi.
Bina edildiği ilk günden itibaren hep bir ibadethane olarak kullanılan bir ma’bedin niçin ve hangi saiklerle müzeye çevrildiğini sorgulamak yerine, bugünlerde vakfiyesine ve tüm hukuk kurallarına uygun olarak aslî konumuna dönüştürülmesini hazmedemeyen çatlak seslere şahit oluyoruz.
Ayasofya, çağ kapatıp çağ açan bir medeniyetin ve asırlar ötesinden hadis-i şeriflerle müjdelenen bir fethin nişanesidir.
İla-yı kelimetullah uğruna Malazgirt’ten sefere çıkan İslam ordusunun kızıl elmasının adıdır Ayasofya.
İstanbul ve Ayasofya fetih ekseninde birbirini tamamlayan bir bütün olarak sadece bizim için değil, tüm İslam ümmeti için büyük bir şeref ve mukaddes bir mirastır.
Ayasofya’nın ibadete açılması, içimizdeki bazı Bizans kalıntılarının iddia ettiği gibi yeni bir câmi ihtiyacı veya politik bir ayak oyunu değil, İstanbul’un fatihi Gazi Sultan Mehmed Hân’a olan vefa borcumuz ve yağmalanmış ve hakları gasp edilmiş bir vakfa hakkını teslim etmenin, ifası boynumuzun borcu bir vasiyetin gereğidir.
İslam dünyasının kalbine saplanan bir hançer olan Ayasofya’yı müzeye çevirme kararı, emsali diğer uygulamalar gibi kesinlikle bu necip millet tarafından asla kabul görmemiş, tamamen hukuksuz bu oldu-bitti daha dün başörtü yasağında olduğu gibi ancak baskıcı ve hukuksuz yöntemlerle bugüne kadar varlığını sürdürebilmiştir.
Ayasofya sadece bir camii değil, çok daha fazlasıdır. Ayasofya, bir sevda, bir özlemdir bizim için.
Bizanslılardan harabe olarak devralınan bu bina 500 sene boyunca ecdadımızın çevresinde inşa ettiği minareleri, medresesi, muvakkithanesi, sebilleri, avlusu, kütüphanesi ve diğer tüm müştemilatıyla bir ilim kültür merkezi haline gelmiş abidevî bir külliyedir.
Ayasofya, asırlarca cihana hükmetmiş Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin haşmetinin bir nişanesi ve ecdadımızın genç Türkiye Cumhuriyeti olarak bizlere bir emanetidir.
Endülüs’te, Balkanlar’da ve neredeyse tüm Osmanlı hinterlandında nice cami, kültür ve sanat mirasımızın yok edildiğini gördüğümüz bir dönemde ecdadımıza ihanette ısrarın anlamı yoktur.
Bugün maalesef bu topraklarda “Zulüm 1453’de başladı” diyebilen Bizans kalıntıları, vaktiyle ata babalarının “Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz” dediği günleri unutmamalıdırlar! Bir yerlere şirin gözükmek adına bize dünya kültür mirası vesaire masalları anlatmalarına artık kulak asmayacağımızı da iyi bilmelidirler!
Derin güç odakları, İslam’ı bu topraklardan silmek için ellerinden geleni artlarına bırakmadan, içerde ve dışarda her türlü ihanet ve terör şebekelerini desteklemekte ve kol-kanat germekte hala bir beis görmemektedirler.
Bugün Batı dünyasının İslama olanca hoşgörüsüzlüğüne rağmen, tüm ülke genelinde olduğu gibi, sadece İstanbul’da varlığını sürdüren yüzlerce kilisede gayr-i müslim vatandaşlarımız tarih boyunca yaptığımız gibi özgürce ibadetlerini icra etmekte, her türlü vakıf ve mülklerine sahip çıkabilmektedirler.
Fatih Sultan Mehmed Han, fetih sonrasında Ayasofya’yı kendisine kılıç hakkı olarak almış ve burayı cami olarak vakfetmiştir.
Her şeyden önce bir vakfın, işgalci bir devlet değil, aynı İmparatorluğun devamı mahiyetindeki devlet yönetimi tarafından, kurucusunun gayesi dışında kullanılması ve pek çok müştemilatının yıkılması, yağmalanarak işlevsiz hale getirilmesi nasıl bir hukuksuzluk ve vefasızlıktır?
Üstat Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mısralarıyla tanımladığı çilesini dolduran bir nesil, bugün artık haklı olarak, “Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!” mısralarındaki muştuyu ve heyecanı yaşamak istiyor!
Ayasofya, yıkılan ve tahrip edilen kısımları restore edilerek tüm müştemilatıyla beraber hiç gecikmeden vakfiyesine uygun olarak bir cami ve külliye olarak açılmalı, bir asra yaklaşan hukuksuzluk sona erdirilmelidir.
İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği olarak 66 ülkede 354 STK üyemiz ile, gençlik kollarından bugüne meydanlarda “Zincirler kırılacak, Ayasofya açılacak!” diye yıllarca beraber haykırdığımız Sayın
Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Ayasofya’nın tekrar aslî hüviyetine kavuşturulması yönündeki tüm çabaları desteklediğimizi beyan ediyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.