Basın Açıklamaları
İsrail’in Etnik ve Dini Temelli Tekelciliğini Reddediyoruz!
ilistin topraklarına haksız bir işgalle yerleşerek bugüne kadar varlığını ve genişlemesini terör uygulamalarıyla sağlamış İsrail, genlerinde taşıdığı terörizmi bir adım daha ileri taşıyarak Yahudi Ulus Devlet Yasasını çıkarmış bulunuyor.
Aslında bir anayasası olmayan ama anayasa mesabesindeki “temel kanunlarının” içine alınan son düzenlemeyle, İsrail devleti, tüm dünya Yahudilerinin temsilcisi sıfatıyla etnik-dini bir devlet olarak tanımlanmaktadır.
Aslında bu yasa, uzun süredir ABD’nin desteğiyle planlı olarak devam eden Kudüs’ün başkent ilan edilmesi gibi politikaların bir adım öteye taşınması bağlamında ırk-din temelli bir devlet yapılanmasıdır.
Gelinen bu nokta, güvenlik ve ordu mensuplarına hukuki bir arka plan sağlamanın ve Filistin halkına yönelik “etnik temizlik” hazırlıklarının bir payandası olacaktır.
Hâlihazırda uygulamada zaten var olan ayrımcı politikalar, yasayla bir hükme bağlanmakta ve Arapça resmi dil olmaktan çıkarılarak ülkenin tek resmi dili İbranice yapılmaktadır.
Hür dünyada artık örneği kalmayan ırkçı apartheid rejimi kanunları ile iki farklı vatandaş modeli kabul edilerek ülkenin asıl sahipleri olan Filistinliler ikinci sınıf vatandaş konumuna itilerek asimilasyona kılıf uydurulmaktadır.
Asla kabul edilemeyecek bir yaklaşımla; “İsrail, tüm dünyadaki Yahudilerin tarihi ana vatanıdır, ülkede kendi kaderini tayin etme hakkı sadece Yahudilere aittir, İsrail bir Yahudi devletidir, dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail’e dönme hakkı vardır, Yahudilerin dini günleri resmi tatil sayılacaktır ve İsrail’in başkenti Kudüs’tür” diyerek İsrail, dünyanın değişik bölgelerinde bulunan Yahudileri İsrail’e gelip yerleşmeye teşvik ederken, 1948’de vatanlarından sürülen, senelerdir çevre ülkelerdeki kamplarda insanlık dışı şartlarda yaşam mücadelesi veren Filistinlilerin bu topraklar üzerindeki tarihi varlıklarını ve topraklarına geri dönüş haklarını yok saymaktadır.
“Hukukta bir boşluk olduğunda Yahudi şeriatı referans alınacaktır” diyerek Yahudilerden başka ülkede yaşayan herkesi “köle” olarak gören çarpık bir zihniyetin bu şekilde pervasızca kanunlaştırılması, işgal devletinin sadece bölgemiz için değil, insanlık için de ne denli tehdit oluşturduğunun son örneği olmuştur.
Birleşmiş Milletler (BM) sözleşmesi ve tüm evrensel hukuk değerlerine aykırı olarak ırkçılığı ulusal bir kavram olarak yasalaştıran faşist bir anlayış karşısında, BM başta olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşların tepkisizliği ve çaresizliği kabul edilemez.
Maalesef asıl üzücü durum tüm bu olumsuzluklar karşısında bazı Müslüman ülkelerin İran tehdidine karşı İsrail’le yakınlaşması, ortak güvenlik kalkanı altına girmesi, hatta Türkiye’nin Filistinli mazlum kardeşlerimiz lehine ortaya koyduğu savunuculuk ve insani yardım eksenli çalışmalar karşısında İsrail’le iş birliği içine girebilmeleridir.
Aslında İsrail, Filistin ve dünya için değişen bir şey yoktur. İsrail zaten böyle bir devletti, zaten böyle görülüyordu, zaten böyle uygulamalar yapıyordu, zaten bu zihniyetle kitlesel kıyımlara girişiyordu.
Zaten İsrail’e bu katliamları, keyfi kanun ve uygulamaları yapabilme cesaretini veren, uluslararası toplumun sessizliği değil midir?
Sonuç itibariyle bu kanun aslında malumu ilamdan başka bir şey değildir.
Bu yasa bütün Müslüman dünya için yok hükmündedir.
İDSB olarak başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm devletleri ve uluslararası kamuoyunu, hür dünyanın bu güne kadar sahip olduğu tüm insan hakları müktesebatını ve diplomatik teamüllerini yok sayarak, dünya barışını tehdit eden İsrail’in gittikçe artan pervasız ve saldırgan adımlarına karşı etkin tavır almaya çağırıyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği