Dünya İnsani Zirvesi

Faaliyetler

Dünya İnsani Zirvesi

Dünya İnsani Zirvesi

Tarihte ilk defa yapılan Dünya İnsani Zirvesi (DİZ) 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde İstanbul’da düzenlendi. DİZ, mevcut küresel insani sistemin karşılaştığı sınamalara yönelik çözüm önerileri geliştirilmesini, ayrıca insani yardım çabalarının geleceğine ilişkin bir gündem oluşturulmasını amaçlıyordu. Türkiye, insani alandaki tecrübelerini ve dünyaya örnek teşkil eden uygulamalarını bu vesileyle uluslararası toplumla bir kez daha paylaşma fırsatı buldu.
Tarihte ilk kez gerçekleştirilen böyle bir zirvenin adresi olarak da, topraklarında 3 milyon civarında Suriyeli göçmeni ağırlayan; dünyada yapılan ülke başına insani yardım sıralamasında 2. fakat GSMH ile karşılaştırıldığında 1. sırada yer alan  Türkiye’nin ve kültürel/ekonomik başkenti İstanbul’un seçilmiş olması da ayrı bir önem taşımaktadır. 

Devlet başkanlarının katıldığı ana etkinliklere ilaveten yan etkinliklerle de zirvenin içeriği oldukça zenginleştirildi. Bunlardan birisi yerel ve uluslararası faaliyet gösteren STKların standlarını açtıkları mini bir fuar alanı idi. 63 ülkede 312 STK üyesi bulunan İDSB de bu alanda stand açan kuruluşlardan biri idi. Çok değişik ülkelerden gelen STKlar ve İDSB gibi çatı kuruluşları bu vesile ile bilgi ve tecrübe paylaşımında bulundular. Ortak hareket edebilecekleri alanları istişare etme fırsatı yakaladılar.   

Zirvenin bir diğer önemli tarafı çalıştaylardı. Bunlardan birisi de genel Sekreterimiz Av. Ali Kurt Bey’in de konuşmacı olduğu, Kızılay, AFAD gibi kamu kurmlarının yanısıra yerel ve uluslararası STK temsilcilerinin katıldığı “Türkiye’deki STK ve USTK’ların İnsani Faaliyetleri ve Kırılgan Gruplara Yönelik Çalışmalar ” oturumu idi. 

Zirve, İstanbul Kongre Merkezi ve Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda ortaklaşa yapıldı. Ayrıntılı bilgilere http://dizturkiye.org/tradresinden ulaşılabilir.

Genel Sekreterimiz Av. Ali Kurt Bey’in çalıştayda yaptığı konuşmayı aşağıda sunuyoruz. 

Saygıdeğer protokol ve değerli katılımcılar,

Öncelikle böyle önemli bir toplantının Türkiye’de tertip edilmesinde emeği geçen kurum ve kuruluşlara ve bu toplantıya destek veren tüm katılımcılara teşekkür ediyorum.

İnsanlık son yüzyılda tarihinde hiç olmadığı kadar temel insani değerlerle imtihan ediliyor. Yeryüzünün hemen her bölgesinde bir taraftan sel, kuraklık ve deprem gibi doğal afetler, bir yandan gelişmişlik düzeyinde dünya skalasının altında yer alan yetersiz ekonomik yapılar ve bunlar yetmezmiş gibi hepsinden daha ağır faturaları önümüze koyan siyasi, dini ve etnik çatışmaların doğurduğu olumsuz koşullar içinde bunalan insanlar kendilerine uzanacak yardım elini bekliyor.

Çifte standart, yeryüzü zenginliklerinin paylaşılmasındaki adaletsizlik ve tarihin derinliklerinden günümüze uzanan haksızlıklar bu yarayı daha da derinleştiriyor. Şunu koşulsuz kabul ediyoruz ki bu sıkıntıların sebebi her ne olursa olsun, vicdanımız, sorumluluk anlayışımız ve aklımız, insanlık onuru adına bize bu coğrafyaların yardımına koşmayı emrediyor. Bizler bir kişinin haksız yere ölümünü tüm insanlığın ölümüne denk tutan bir kültürün çocuklarıyız. Bizler bu dünyada iki kişinin, zalimin ve mazlumun, dinini, milliyetini, cinsiyetini sormayız! Mazlum ve mağdur bir insan dünyanın neresinde olursa olsun yardıma layıktır, zalime ise her kim olursa olsun karşı çıkılmalı, yeryüzünde adalet tesis edilmelidir!

İnsanlık adına ciddi travmaların yaşandığı şu konjonktürde Türkiye kadim kültüründen beslenen yaklaşımla bu noktada üzerine düşen sorumluğu fazlasıyla yerine getiren bir yaklaşım sergiliyor. Gerek Başbakanlık Afad, gerekse Kızılay’ın tarihe not düştükleri bu sınavda, Sivil Toplum Kuruluşlarımız da dünyanın hemen her köşesinde parlak ve yüzümüzü ağartan başarılara imza atıyorlar. 63 ülkede 300’ü aşkın STK’nın çatı kuruluşu olan İslam Dünyası STK’ları Birliği olarak insani yardım sahasında çalışan birçok STK’nın ve Afad, Kızılay gibi devlet gücünü arkasına alan kuruluşlarımızın desteği ile İnsani Yardım Platformunun kuruluşuna ön ayak olduk. 

İnsani Yardım Platformu ekseninde başlatılan kampanyalarla STK’larımız, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasına, Orta Afrika Cumhuriyetine ve yine bir başka kanayan yara Yemen’de mağdur olan insanlara ciddi yardımlar yaptılar. Bütün körfez ülkelerinin katılımıyla düzenlenen organizasyon ile Yemen için 200 milyon dolar civarında destek sağlandı. Afad, Kızılay ve insani yardım kuruluşlarımızın desteği ile hazırlanan yardımlar gemi ile bölgeye intikal ettirildi. Tam bu noktada insani yardım esnasında karşılaşılan problemlerin çözümü adına resmi ve sivil yardım kuruluşlarının arasındaki koordinasyonun önemine dikkat çekmek istiyorum. Aynı kriz bölgelerinde icra edilen benzer içerikli yardım faaliyetlerinde maksimum verimi yakalamak, belli bölgelerde tekerrür eden ama belli lokasyonlara hiç ulaşmayan yardımların organizasyonunda mağduriyetlerin giderilmesi ve ihtiyaçların karşılanması noktasında aktif kuruluşlar arasında bilgi paylaşımının ne kadar stratejik önemi haiz olduğu açıktır.

Kabul etmeliyiz ki insani yardım kapasitemizi en efektif şekilde kullanmak, ancak yardım çalışmalarının koordinasyonuyla mümkündür. Bu konuda gönüllülük ruhuna ve sivil inisiyatif anlayışını asla incitmeyecek bir hassasiyetle ciddi bir planlamaya, databanka ve kayıt sistemine ihtiyacımız var. Bu çerçevede atılacak her adım STK’ları kontrol altına almaya çalışmaya değil, münhasıran yapılan çalışmaları kolaylaştırmaya ve gönüllü faaliyetlere yardımcı olmaya dönük olmalı, ortak aklı yakalamayı ve yapılan insani yardım çalışmalarında şeffafiyeti sağlamayı hedeflemelidir. Gönüllülük esasına dayalı yardım faaliyetlerini ve sivil inisiyatifleri rencide edecek ve ürkütecek tavırlardan özenle sakınmak zorundayız. 

BM’in tarihinde ilk kez tertip ettiği bu son derece önemli Dünya İnsani Zirvesinde özellikle şu hususa dikkat çekmek istiyorum: İnsani yardım çalışmalarında bu felaketlerin doğurduğu yaraların tedavisine koşmakla birlikte, aslolan hareket tarzımız, bunları besleyen sebeplerin önüne geçmek olmalıdır. İnsanoğlu bugün doğal afetlerin çok ötesinde insan onurunu çiğneyen haksızlıkları yapmakta, doğal zenginlikler ve stratejik enerji koridorları imtiyaz sözleşmeleriyle güçlü devletler tarafından paylaşılmakta ve maalesef başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası toplum bu çarpık düzene göz yummaktadır. Hukuki metinlerde ve uluslararası karar alma mekanizmalarında parlak cümlelerle ifade edilen temel referanslar, üzülerek tesbit etmeliyiz ki tamamen menfaate dayanan çifte standart ve adaletsiz yaklaşımlarla heba edilmektedir.

Uluslararası karar alma mekanizmaları Suriye’de beş yıldır devam eden haksız, anlamsız ve orantısız kargaşanın sonucu olarak 500 bin kişiye yakın insanın katledilmesine, koskoca bir ülkenin yarısından fazla insanın göç etmeye mecbur bırakılmasına maalesef seyirci kalmıştır. Bu insanlara nefes aldıracak uçuşa yasak güvenli bölge gibi çok rahat icra edilebilecek bir karar bile hala alınamamıştır. Bugün dünya barışını sağlamakla sorumlu oldukları iddiasıyla güvenlik konseyinde yer alanlar, ya maalesef Halep’te yaptıkları gibi acımasız bombardımanlarla aktif olarak, yada bu acımasız katliam karşısında sessiz kalarak sivil ve masum insanların katledilmesinden birinci derecede sorumlu oldukları gerçeğini görmezden gelemeyiz. Mısır’da, Yemen’de, Libya’da, Orta Afrika Cumhuriyetinde yaşanan hukusuzluklar karşısında BM adil bir çözüm odaklı ne gibi hamleler yapmıştır? İnsan hakları ekseninde bu emsal umursamazlıkların, bilinçli ve hesaplı olumsuz tavırların coğrafyamızda oluşturduğu kaotik ortamlar, maalesef DAEŞ gibi, ŞEBBİHA gibi birçok örneğini sayabileceğimiz daha kötü olumsuz sonuçları besleyerek önümüze koyuyor ve dünyamızı yaşanmaz kılıyor. Son derece stratejik bir kurum ve insanlık değerleri adına bir fırsat olan Birleşmiş Milletler; Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Keşmir’de, Arakan’da aldığı bir çok kararın arkasında durmadığı için benzer saldırılar olanca haksızlığıyla devam ediyor.

Şunu biliyoruz ki dünyadaki zenginlikler hepimize yeter. İnsanoğlu zengin veya fakir, siyah ya da beyaz, dini, milliyeti, inancı ne olursa olsun insanca yaşamayı hak ediyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi neden sadece bazı insanlara özgü kalsın? Uluslararası toplum gerçekten yeryüzünde huzurlu bir yaşam tesis etmek istiyorsa, mutlak surette evrensel adaleti tesis etmek ve güçsüz milletlerin zenginliklerinin talan edilmesini önlemek zorundadır. Bu çerçevede özellikle Birleşmiş Milletlerin alacağı her kararın nihayette beş devletin menfaatine mahkum edilen ve yeryüzünde yaşanan haksızlıkların en önemli sebeplerinden birini teşkil eden çarpık yapısına mutlaka son verilmeli, tüm uluslara eşit ve hakça temsil sağlanmalıdır. İyilik anlayışımızı ve karar alma mekanizmalarımızı, yardıma muhtaç insanlara artık sadece refleksif yaklaşımla yardıma koşmanın ötesinde, göz göre göre gelen bu felaketleri proaktif bir bakış açısıyla engelleyecek şekilde değiştirmek zorundayız.

Keza sayın genel sekreter tarafından deklere edilen 2030 yılı hedefleri, tüm milletlerin dini ve kültürel özelliklerine ve değer yargılarına saygı anlayışı ekseninde yeniden revize edilmelidir. BM evrensel barışı sağlamak adına kültürel farklılıklara hoşgörü ile yaklaşmalı, CEDAW gibi uluslararası anlaşmalarda ifade edilen “Toplumsal cinsiyet eşitliği” gibi kavramlarla belli bir kesimin düşünce dünyasını ve yaşam tarzını farklı toplumlara dayatmacı ve empoze edici bir tavır içinde olmamalıdır. Kaldı ki aile kurumlarının zayıflığından ve kadına yönelik şiddetten şikâyetçi olan gelişmiş ülkelerin, bu olumsuz ve çarpık aile yapılarını başka ülkelere ihraç etmeye çalışmaları gerçek bir ironi örneğidir. BM bu konuda başarılı bir örneği gerçekten modellemek istiyorsa, kendilerini mükemmel bir tarih ve medeniyete sahip İslam dünyasının güçlü aile yapısını incelemeye davet ediyorum. 

İnsani değerlere söylemde değil, eylemde sahip çıkan, daha paylaşımcı, barışçı ve adil bir dünyaya bir an önce kavuşmak ümidiyle tüm katılımcılara saygılar sunuyorum.

Av Ali Kurt
İDSB Genel Sekreteri