Faaliyetler
İslam ve Evrensel Adalet Konferansı
Malezya Sabah Eyaletinde İDSB, Uzakdoğu Asya STK üyelerimiz ve Sabah Eyalet Hükümeti ile ortaklaşa olarak 60 ülkeden 140 STK ve 500’ün üzerinde uzmanın katılımıyla “İslam ve Küresel Adalet” konulu bir seminer düzenledik. Uluslararası seviyede, bu denli yoğun ve çeşitli bir katılımın olduğu, son derece verimli geçen seminerimiz Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Tilavetin ardından selamlama ve tanıtım konuşmalarıyla program devam etti.
Konuşmacı olarak 63 ülkede 312 üyesi bulunan İDSB Genel Sekreteri Avukat Ali Kurt, Afrika’nın en büyük sivil toplum kuruluşu Munazzamatu Dawa al İslamiyye’nin başkanı ve cumhurbaşkanı danışmanı Prof. Dr. Abdurrahim Ali, Malezya Milli Eğitim Bakanlığı bakan yardımcısı Dr Amin bin Senin, Uzakdoğu coğrafyasının en büyük STKlarından aynı zamanda 70 den fazla STKnın çatı örgütü ve İDSB konsey üyelerinden Global Peace Mission hareketinin başkanı Ahmad Azam, Brunei Üniversitesinden Professor Dr. Osman Bakar, Sabah Eyaleti Müftüsü Aziz bin Hj Jaafar katıldılar.
“Teori ve Pratik- Endülüs’den Osmanlıya İslam ve Küresel Barış” başlıklı konuşmasında, Ahmad Azam ilk İslam devletlerinden Osmanlıya İslam’da Barış ve Adalet kavramlarını ve uygulamalarını irdeleyerek, günümüzde profesyonelce yürütülen algı operasyonlarının doğru olmadığını, tam aksine İslam’ın bir barış ve adalet dini olduğunu tarihteki büyük İslam devletlerinden örnekler vererek anlattı.
Prof. Dr. Abdurrahim Ali “Kur’an’da Adalet Kavramı” başlıklı tebliğinde Kuran-ı Kerim’den ayet ayet verdiği örneklerle kutsal kitabımızda en çok geçen kelimelerden birinin “Adalet” olup, hatta Yüce Mevlamızın isimlerinden birinin de “Adl” İsm-i Şerifi olduğunu belirterek İslam ve Adalet kavramlarının birbirinden ayrılmaz, birinin diğerini mecbur kıldığını Peygamberimizin hadislerinden ve uygulamalarından da örnekler ile açıkladı.
“Günümüzde İslam ve Küresel Adalet-Bir Cevap” tebliğini sunan Prof. Osman Bakar, günümüz konjonktüründen Küresel Adalet sisteminin nasıl çarpık bir şekilde işlediğini, kendi dinlerinin özünden uzaklaşan Müslümanların da bu adaletsiz mekanizmaya dur diyemediklerini ve çözüm olarak nelerin yapılabileceğini anlattı.
Şimdi Genel Sekreterimiz Av. Ali Kurt Bey’in seminerde yapmış olduğu konuşmayı sunuyoruz.
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى آله وصحبه احمعين
Öncelikle böylesine önemli ve güncel bir konuda uluslararası bir konferans tertip eden ve bizi burada ağırlayan Sabah Eyaleti hukümetine ve değerli yöneticilerine, bu toplantıda emeği geçen kurum ve kuruluşlara, özellikle İDSB’nin de üyesi bulunan ABİM kuruluşumuza ve genel sekreter yardımcım Ahmet Azzam beye teşekkür ediyorum.
İslam hepimizin bildiği gibi barış dinidir, selamet dinidir. Efendimiz asm alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Dinimizin temel dinamikleri bize hep adil olmayı, iyilik yapmayı, barış ve dayanışmayı telkin eder. Öyle ki bizler bir kişinin haksız yere öldürülmesini tüm insanlığın katline denk tutan bir dinin mensuplarıyız. Bu itibarla İslam insanların sadece ahiret saadetini değil, dünya saadetini de temin eden bir dindir. Saadet-i dareyn diyoruz buna.
Malezya’da bir kuruluşumuz var, camilere gelen turistlere İslamı anlatıyorlar. Biz diyorlar, insanları ikiye ayırıyoruz: Muslims and potantionel muslims.
Bizim de ümmet-i icabe, ümmet-i gayr-ı icabe dediğimiz gibi. Yani bu öyle bir bakış açısı ki, gayrımüslimleri de yok saymayan, onlara da bir cihette ümmet nazarıyla bakan, onların da ebedi hayatlarını kurtarmaya odaklı bir nazar.
Medine medeniyetinin ruhu işte budur.
İsm-i Adlin tecellisi olarak kâinatta her ölçekte gözlemlediğimiz adalet, her şeyin arasında mevcut bulunan o harika dengeyi idare ediyor. Ve Adil-i Hakiki olan Rabbimiz bizlere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân’da,
﴾٩﴿ الْمِيزَانَ تُخْسِرُوا وَلَا بِالْقِسْطِ الْوَزْنَ وَأَقِيمُوا ﴾٨﴿ الْمِيزَانِ فِي تَطْغَوْا أَلَّا ﴿٧﴾ الْمِيزَانَ وَوَضَعَ رَفَعَهَا وَالسَّمَاء
âyetindeki dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden, dört defa mizan zikretmesi, kâinatta mizanın ve adaletin derece-i azametini ve fevkalâde, pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.
İslam medeniyeti her ölçekte adaleti esas tutar.
Düşünün ki en celalli halife olarak bilinen Hz Ömer devlet başkanı olduğunda bir hutbe irad etti ve oradaki insanlara Ben ola ki bir haksızlık yapsam naparsınız? diye sordu. Sahabeler dediler ki Ya Ömer, doğruluktan ayrılırsan biz seni bu kılıcımızla doğrulturuz!
O güçlü adam, tek adam, o celalli adam bu cevaba celallenmedi. Ve kendisine böyle arkadaşlar ihsan ettiği için Allah’a hamdetti.
Bu bakış açısı İslam cumhuriyetinin toplumsal inisiyatife ve adalete tanıdığı değerdir. Fakat evrensel adalet günümüz coğrafyasında maalesef en aranan değer oldu.
Müslümanlar olarak bizler adalet timsali Hz Ömer’in dediği gibi adaleti mülkün temeli biliriz. Darb-ı mesel olmuş hakikattir ki el’Küfru yedumü ez’zulmü la yedumü. Çünki hikmet-i ilahiye imtihan sırrıyla küfrün devamına müsaade eder ama rahmet-i ilahiye zulmün devamına müsaade etmez.
Bizler Adil-i Hakim olan Rabbimizin yeryüzünde adaleti kaim kılmakla tavzif ettiği bir kültürün çocuklarıyız.
Bizler kendisinden en ufak bir haksızlık sudur etmemiş bir peygamberin ümmetiyiz.
İslam tarihi boyunca adalet, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin işaret ettiği üzere adalet-i mahza, yani katıksız, hakiki adalet ve adalet-i izafiye, yani değişik maslahatlara binaen ferdin hukukunu umumun hukuku hatırına feda eden adalet olmak üzere iki yaklaşımla ele alınmıştır.
“Adalet-i mahza o demektir ki, bir mâsumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakkın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez.
Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz’ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşeri ihtiyar denilen adalet-i nisbiye esası üzerine gider.
Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür.”
Keza adalet biri müsbet, diğeri menfi olmak üzere iki kısımda da değerlendirilebilir. Müsbet adalet, hak sahibine hakkını vermek, ikinci kısım olan menfî adalet ise haksızları terbiye etmektir.
Halbuki günümüz konjonktüründe uluslararası güç odakları, daha küçük parçalara bölünmüş, zayıf ve dış etkilere olabildiğince açık bir coğrafya dizayn etmek, kendi oluşturdukları haritalarla tüm zenginlikleri paylaşmak, bilhassa enerji ve hammadde kaynaklarına ve koridorlarına dilediklerince hükmetmek istiyorlar.
BM Güvenlik Konseyindeki daimi beş üye, tamamen kendi menfaatlerine dayanan bir yaklaşımla yenidünya düzeni oluşturdular.
Bu yapılanmanın en büyük mağduru ve hedefi de maalesef bizim dünyamız oldu.
Bir Hifulfudul’ü düşünün! Resul-ü Ekrem (asm)’ın nübüvvetten sonra bile “Bugün olsa yine desteklerdim” dediği, zalimlerin karşısına dikilen, mazlumları himaye eden o yapı nerede, uluslararası inanılmaz haksızlıkların ve zulümlerin kılıfı olan BM nerede?
Bakınız, biz her gün namazlarımızda her rekatte Rabbimizden sırat-ı müstakim üzere hidayet talep ediyoruz. Ve günün sonunda amel defterimizi son bir namaz ile kapatırken kunut duasında şöyle dua ediyoruz:
Ve nahleu ve netrukü men yefcuruke! Ya Rab, biz sana itaat etmeyen, fısk u fücur içinde olan idarecilerimizi koltuklarından indiririz ve onları kendi hallerine terk ederiz.
Evet, hergün biz Allah’ın huzurunda böyle bir söz veriyoruz.
Peki bugün itibariyle geldiğimiz durum nasıldır? Biz ümmet olarak bu temel referanslarımızın neresindeyiz?
Hz Ömer Dicle kenarında bir kurt bir koyunu kapsa adl-i ilahi onu ömerden sorar diye korkarım diyordu. Halbuki biz biliriz ki Ömer tek tek o kurtları kontrol altında tutamaz. Ama insan halife-yi ruy-u zemindir. İmamdır. İnsanoğlu adalette hata ettiğinde kader-i ilahi diğer mahlukatın hata yapmasına fetva verir. Ve koca Ömer’in korktuğu ve çekindiği bu hatayı maalesef bizler yaptık.
İslam coğrafyası bugün tarihinde hiç olmadığı kadar birlik ve beraberliğe muhtaç. Tevhid dininin mensupları bir ilah, bir peygamber, bir kitap ekseninde birçok ortak noktaya sahip olmasına rağmen, son yüzyıldan bu yana kopmuş bir tespihin taneleri gibi darmadağınık!
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu tarihi savruluşumuzu bir hadis-i şerif ışığında şöyle izah ediyor:
“Rivayette var ki, ‘Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var.
Yani, سَنَةٍ أَلْفَ مِقْدَارُهُ كَانَ يَوْمٍ فِى âyetinin sırrıyla, bin sene hâkimâne ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var.’ Yani, ancak beş yüz sene kadar hâkimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.
Allahu a’lem, bu rivâyet, kıyametten haber vermek değil, belki İslâmiyetin galibâne hâkimiyetinden ve hilâfetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mucize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış.
Çünkü hilâfet-i Abbâsiyenin âhirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin heyet-i mecmuası ise, istikameti kaybetmediğinden, hilâfet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hâkimiyeti devam ettirmiş.
Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilâfetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadîsin mucizâne ihbarını, hilâfet-i Osmâniye kendi vefatıyla tasdik etmiş.”
Bugün ümmet-i merhume yeni bir ruh ve diriliş muştusuna muhtaç. “İnanıyorsanız, en üstün sizsiniz” buyurdu Rabbimiz bize!
Bu eksende etrafımızdaki olumsuz şartlardan şikâyet etmeye bedel, kendi dinamiklerimiz ekseninde yeryüzünde adaleti yeniden tesis etmeye ve tüm değerlerimizi tekrar ihya etmeye mecburuz.
Biliyoruz, önümüzde çok problem var ama yine biliyoruz ki bunların hiçbiri çözümsüz değil. Çıkış yolunu açacak olanlar yine bir başkası değil, biziz.
Üç tane elif ayrı ayrı olsa üç kıymeti var. Ama o üç elif, yan yana, bir çizgi üstünde omuz omuza verseler, yüz on bir kuvvetinde ve kıymetinde olurlar.
Bu ümmetin himmet ehli fertleri aynı maksat, aynı hedef istikametinde bir araya gelmek, kopmuş olan tespihin iki ucunu yeniden birleştirmek, elifleri yan yana dizmek zorunda.
İttihad-ı İslam, müslümanlar arasında birlik ve beraberliği tesis etmek farz bir vazifedir.
Bu coğrafya birbirini tanımaya, birlikte sürdürülebilir projeler geliştirmeye, kendi bahçesine sahip çıkmaya, kendi geleceğini kendi tayin etmeye hem muhtaç, hem mecburdur.
Bugün bize düşen en önemli sorumluluk, bu coğrafyadaki güzide kuruluşlarımız arasında birlik ve beraberliği temin etmek ve buradan tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu global bir sinerji üretmek olmalıdır.
Bugün 63 ülkeden 300’ü aşkın sivil toplum kuruluşunu bir arada toplayan İDSB işte bu maksatla atılmış önemli bir adımdır.
İDSB Kuala Lumpur’dan, Jakarta’dan İstanbul’a; Astana’dan Bağdat’a, Şam’a; Mekke’den, Medine’den Kahire’ye, Trablusgarp’a, Dar-ı Beyza’ya uzanan muhteşem bir medeniyetin varisleri, kendilerine tevdi edilen emanete işte bu ruhla sahip çıkıyor.
Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyoruz ki bizleri Ümmetün Vahideh şuuru altında yekvücud olmaya ve tüm insanlık alemine yeniden adaleti tesis etmeye bizleri muvaffak kılsın.
Bizler biliyoruz ki güç, birlik ve beraberliktedir.
Bu duygu ve düşüncelerle siz saygıdeğer katılımcılara bilvesile tekrar selam ve hürmetler ediyorum.
مُّسْتَقِيمٍ صِرَاطٍ عَلَى رَبِّي إِنَّ
Esselamü aleyküm ve rahmetullah ve berekatühü.
Trima kasih!